Sevdiklerim var fakat en çok kimi sevdiğimi bilmiyorum, tartamıyorum... Ancak, bir abla veya kız kardeşim olmadığı için olanları çok kıskanıyorum. İyi anlaştığım çok da sevdiğim bir ağabeyim var. Tabi aynı şey değil. Paylaştıkları, dertleşebildikleri, güldükleri, en büyük sırlarının yoladaşı, verebileceğin yanlış bir karara itiraz edebilmeleri, tıkandığın yerlerde sana "kaldır kıçını! kendine gel" diyebilmeleri.. öyle işte. belki yanımda bir ablam olsa böyle olmazdı dediğim yaşanmışlarım var. Ablam gibi, kız kardeşim gibi olan kuzenlerim de var. Evet yine de, ablası veya kız kardeşi olanları çok kıskanıyorum. Ahh Elif!
HT Hayat / Elif Key / En çok kimi sevdin?
13 Şubat 2013 Çarşamba, 09:16:43
15 yaşındayım. Silivri’de yazlıktayız. Allahın belası sakallı bebek efsanesinin çıktığı zamanlar.
Yok bebek doğar doğmaz konuşmaya başlamış, yok birkaç güne kıyamet kopacakmış. Büyükler ‘İnanmayın’ dese de sitenin çocukları toplanıp sakallı bebeği gördüğümüzde ona neler yapacağımızı ve dünyayı nasıl kurtaracağımıza dair planlar yapıyoruz. Sakallı bebeği karşılama komitesi önce bir derdini öğrenecek, mantıksız gelirse ağzını burnunu kıracağız.
İçimizden Pıtırcık’taki Çarpım kılıklı bir tanesi sitenin bekçisine haber vermemiz gerektiğini söylüyor. Kardeşim gülüyor. ‘O garip pabuç korkar sakallı bebekten’ diyor.
Bekçi kendine bir hava katmak için ayağına 4 numara büyük ayakkabılar alıp, arkalarına basıp, aklınca siteyi makosenlerinin tabanıyla koruyor.
Birini kovalamaya kalksa pabuçlarından koşacak hali yok. Huzursuz bir adam, ağzından düşürmediği düdüğünden daha kifayetsiz, karısına çok kötü davranıyor ve hepimizden nefret ediyor.
Çarpım kılıklının önerisi reddediliyor. Garip pabuç yazlığı sahiliyle, marketiyle teslim eder sakallı bebeğe, durum net. Ama geceleri korkudan merdivenlere tespih gibi dizilip bizi öldürmesin diye dua ediyoruz.
Yine bir sakallı bebek toplantısına katılmak için kardeşimle ben yazlıkta başka bir arkadaşlarımıza doğru yürüyoruz. Bir ses duyuyoruz: ‘Küçüüüük’ Ulan ikimiz de küçüğüz, kim ki o küçük? Kardeşim hiç oralı bile olmadan, ‘Sana diyor’ deyip kafasını çeviriyor. ‘E ben ablayım!’ Farketmezmiş, bana demiş, ben küçükmüşüm.
Yazlığının terasından seslenen teyzeye gerzek gibi ‘Ben mi?’ diyorum. ‘Hah sen sen’ diyor. Tamamen yalan. Hangimiz dönsek ona ‘Hee’ diyecek zaten. ‘Efendim teyze?’. ‘Sen avukatın kızı değil misin?’ Evet o’yum. ‘Gel gel, kardeşin de gelsin’ diyor.
Terasına yaklaşıyoruz. Biraz değil bayağı tombiş bir teyze. Ama bayağı. Bakın aşırı bir kibar bir insan olduğum için ayıboğan demiyorum. ‘Efendim teyze?’ ‘Atla duvardan’ diyor. O kadar çaresizim ki. Ulan duvardan terasına atlayacağım da ne olacak? Öğlen yemeği ben miyim? Avukatın kızları mısınız da dedi. Demek ki babamızı tanıyor. Herhalde bizi ekmek arası yapıp yemeyecek. Kardeşime bakıyorum. Duvarın öte tarafında küçük bir domuz gibi duruyor. Asla göz teması kurmuyor. Ve olanlar oluyor.
Teyze elime bir cımbız tutturup, ‘Bak bak çenemin altında iki üç tane sakal çıktı da alamadım. Sen alıver!’i patlatıyor.
Allah seni kahretsin teyze. Aklımı kaçıracak kadar korkuyorum. Arkama bakıyorum. Kardeşim yok. Çünkü kendini çimenlere atmış, ‘Ayy şimdi altıma işiycem, allaaaah’ diye bağırarak gülüyor.
‘Ben bilmem alamam teyzecim sakallarını’ diyorum. ‘Haaaayıııır, hiç bilmem olur mu, o kadar kolejlere gidiyorsun, bak alırsın şıp diye hiç zor değil’ diyen teyze ikna turlarında…
Kolejle ne alakası var? Kuaför salonu mu bizim okul dana teyzem? Allah canımı oracıkta alsın, sakallı bebek denizden çıksın, hepimizi yesin istiyorum.
Kardeşim altına işedi işeyecek, buna gülmek denemez artık ağlıyor. Teyzenin iki tane sakalını söküyorum, ‘Hah bak gördün mü zor muymuş diğerini de al…’ Teyze salmış sakalları, hadi ben berber çırağına döndüm de, asıl bu Ebru’yla ömür geçer mi? Kardeş dediğin böyle olur mu?
Oluyormuş.
Büyürken dev dövüşüyoruz. 4 mevsim birbirimizi öldürme planları yapıyoruz. Birbirimize tehdit mektupları yazıyoruz.
‘Senin bugün bana söylediğin 5 eşşek, 1 domuza karşılık bana simli silgini verirsen bu kağıdı anneme vermeyeceğim’ Annemin kapıyı çalmasıyla kağıtlar yırtılıyor, silgiye karşılık defter veriliyor. Konu kapanıyor. Yanak yanağa annemi karşılayıp, ne kadar iyi anlaştığımızı anlatıyoruz. Annem yemiyor. Çünkü iki dakika sonra masanın altndan birbirinin kolunu, bacağını büktüren yine biziz.
O benden daha çalışkan, ben duvarlara bakıp hayaller kurduğum için hep ikmale kalıyorum. Özellikle yaz aylarında benim helvamın yenmesini istiyor.
Okullar açılıyor. ‘Şu Burak denen çocuk bana aşk mektubu yazmış, sen yazsana be, güzel yazarsın!’ İstediği mesajları veremediysem, ‘Bunu anlamaz o. Daha sert bir şey yaz. Benden uzak dursun!’
O aklını kaybetmiş gibi Ajda Pekkan dinliyor, ben Yeni Türkü.
‘Sen marjinalsin ya, gel de kopalım Ajda’da!’ Kabul ettiğim anda, rol dağılımı geliyor. ‘Şimdi ben Ajda’yım, sen benim asistanımsın, önce saçlarımı tara, sahneye çıkacağım’
Oyunlarda o hep kraliçe ben yerleri süpüren zavallı hizmetçi kız, o müdür ben sekreter. ‘Efendim bağlıyorum’ Videocuyu arıyor, ‘Bize 5 bölüm Dallas, 3-4 tane de korku filmi, musluklardan kan aksın yalnız!’ Allah kahretsin diyorum, ne manyak bir insana denk düştüm. Ben okul yüzünden Dürrenmatt okuyorum, o Çatı serisini. ‘Oku oku da zaten almancadan çakacaksın’ Haklı. Çakacağım.
18 yaşında arabayla okula gitmeyi o istiyor, babamla büyük pazarlıkta, benim umurum değil, dolmuşta uyuyakalıp Bostancı’ya gidip gidip geliyorum.
Karlı bir gece Roxy’e gidip, bize bir şey olmaz deyip arabayı köprüden geçirirken, ‘Sus ve besmele çek’ diye bana çemkiren yine o.
Eve yedi milyon besmelenin ardından varınca ne kadar iyi bir şoför olduğunu anlatıyor. Sigara içmeye ilk o başlıyor. ‘Gel be iç, bak nefis sohbet ederiz, iki tane türk kahvesi yanına da tüttürürüz’ Sohbet uğruna sigaraya başlıyorum.
Aynı andan evden çıktığımız zamanlar, ‘Uzak yürü benden’ diyor. Babamın hırkalarını giyip Kurt Cobain’leşmeye çalışıyorum, o hep süper şık giyiniyor.
Batikten ikimiz de hoşlanmıyoruz neyse ki.
O hep gülüyor, ben hep bakıyorum. Annemle babamla 7 şiddetinde geçinemiyorum, o ballı börek.
Onun eve girişi bile farklı. ‘Karşıdan karşıya geçerken tam önümden sinek geçti’ye kadar anlatıyor. Ben pek konuşmuyorum.
Günlüklerimiz var. ‘Koca kafalı, hiç sevmiyorum’ diye benden bahsediyor sevgili günlüğüne, ‘yarın görüşürüz canım günlüğüm, bakalım yarın bundan neler çekeceğiz?’ yazıyor. ‘Bundan’ dediği benim. Yok efendim benim harçlığım azmış, onun başarıları yüzünden harçlığı çokmuş. Tamamen atıyor. Ben de günlüğüme o çocuğun ona değil bana baktığını yazıyorum. Tabii ki ben de tamamen atıyorum.
Sonra bir gün geliyor. Palavrayı bırakıyoruz. Kılıçlar ortadan kalkıyor. Bir çift el hep omzumda.
Düşüyorum, beni o ayağa kaldırıyor.
Ben gülerken o ağlıyorsa, ben de ağlamaya başlıyorum. Onu üzen beni de üzüyor, beddualarımız çiftkaplan gücünde tutuyor.
Ona depresyon hırkalarımı veriyorum. ‘Güzelmiş be senin tarzın’ diyor. Son ses Ahmet Kaya dinliyoruz. ‘Kum gibi’, ‘Beni Vur’ derken eve alınan biraları içip içip, odamızda sarhoş olup, annemle babama ‘İyi gejeeeeler’ demeye utanmıyoruz.
Hayvan gibi uzak ülkelere düşüyoruz. Başka ülkelerde beraber dolaştığımızı biliyoruz. O prosecodan iki tane, ben biradan iki tane, birbirimiz için içiyoruz.
O bu dünyaya gemiler yapmak bense gemiler yakmak için gelmişiz. Farketmiyor. Yaktığım gemileri tamir ediyor.
Tek başıma yürüdüğümü sandığım zamanlarda birden gölgesi, sonra kendisi çıkıp geliveriyor.
Nasıl bir darlığa düşersek düşelim, zifiri karanlıktan ferah yollara çıkıyoruz.
Kör olduğumu sandığım her an tüm çözümleri, tüm aklı, tüm merhameti ve iyi kalpliliğiyle yanımda bitiyor, yeniden görmeye başlıyorum.
Bir sır değil artık. Ben hayatta en çok kardeşimi seviyorum.
Bir de şu hayatta da en çok kardeşini sevenleri seviyorum.
Müsaadenizle kardeşini çok sevenlerin sevgililer gününü kutluyorum!
Gerisi palavra.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder